Blog
Antigua & Barbuda Adaları / 08.03.2017
Guadaloupe adasındaki son durak noktamız olan Dashies koyundan ( köyünden ) sabah 07.00 gibi demirimizi toplayarak Fransa topraklarını terk edip Antigua & Barbuda ülkesine doğru yola koyulduk.Mesafemiz 40-45 mil kadar . Adanın kuytusundan çıktıktan sonra rüzgar 15-18 knot aralığına oturdu. Rüzgar tekneye sancak bordadan 130 derece açı ile geliyor. Dalga boyu çok yüksek değil. Tam Kozanın sevdiği seyir açısı ile keyifle yol almaya başladık. Hızımız zaman zaman 8,5 knot ‘lara çıkıyor. Kozanın keyfi yerinde mürettebatı ise zevkten dört köşe vaziyette.
İki adadan oluşan bu küçük ülkenin ilk adası Antigua . Bu adanın güney tarafında kalabileceğimiz iki tane liman görünüyor. Bir tanesi Falmount Harbour diğeri English Harbour. Biz rotamızı English Harboura tutuyoruz. Girişi oldukça dar, fakat iyi işaretlenmiş bir kanaldan içeriye süzülüyoruz. İçerisi labirent gibi. Sancak ve iskelede bir sürü girinti var.Girişten 500 metre sonra Nelson Dockyard adında Megayatların süslediği büyük sayılmayacak bir marina var. Marinanın karşısında ise yakıt istasyonu ve çekek yeri var. Biz marinaya girmek istemiyoruz. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Demir yerlerinde bir sürü tekne var. Girişin hemen yanındaki demir yerinde yer bulamayıp içerdeki girintilere yöneliyoruz.Girişin hemen ağzındaki bu demir yeri sanırım deniz temiz ( çok güzel görünüyordu ) olduğu için çok kalabalık. İyice içerlek ve iki buçuk metre derinliği olan güzel bir yer bulup sakin suda yirmi metre zincir salarak demirliyoruz. Tamam biraz abarttık kaloma işini ama olsun. Zincirimiz teknede duracağına denizde dursun diyoruz. Burası çok keyifli bir yer daha girişte bir kartal bizi karşıladı kıyıdaki terk edilmiş gibi duran yelkenlinin direğine gidip kondu ve yeni misafirlerini ilgi ile izlemeye koyuldu. Küçük koyun her tarafı Mangrow ağaçları ile kaplı. Küçük sırtlara doğru çok şık İngiliz tarzı Evler göze çarpıyor.
Demirlediğimiz girinti o kadar korunaklı ki dışarıda kıyamet kopsa haberimiz olmaz. O kadar yani. Bizden bir saat kadar sonra Mi Vida teknesi geliyor. Yelkenlerini küçük tuttukları için biraz yavaş kalmışlar. Onların ufak tefek arızaları olduğu için marinaya giriyorlar. Marinanın içindeki ofislerde giriş işlemlerimizi yapmak için gidiyoruz. Şık gümrük ofisleri var valla . Bu ofistede ortada bilgisayarlar var ve siz oturup bazı formlar dolduruyorsunuz. Ama şunu söyleyeyim Martinik ve Guadaloupe de olduğu kadar kolay değil. Formları binbir zahmetle dolduruyoruz. Zira bilgisayarlar habire arıza veriyor .Neyse biz işimizi bitirince arıza sırası gümrük memuruna geçiyor. O da binbir uğraşla doldurduğumuz formların çıktısını alıyor ama hem elemana hem bize fenalık basıyor resmen . Bu işlemler yaklaşık olarak iki saat sürüyor. Üç ayrı bölümde işlemler yapılıyor ama Allahtan hepsi aynı bina içinde.
Ülke girişi için 40 Usd ödüyorum. Biz iyi ki bu limanı seçmişiz öbür limana gitmiş olsak orada giriş işlemlerini yapacak ofis olmadığı için yine bu limana yürüyerek gelip işlemleri yapmak zorunda kalacaktık. Gerçi çok mesafe değil 1-2 km bir şey ama olsun.
Mi vida teknesinin işleri uzadığı için bu limanda toplamda beş gece kalıyoruz. Araç kiralayarak adayı geziyoruz. Bu adalar eski İngiliz sömürgesi , trafik ters taraftan işliyor . Ada oldukça fakir sanırım. Birçok yer dökülüyor. Adanın yerlileri çok ufak ahşap evlerde oturuyorlar ama inanın oldukça kötü şartlarda yaşıyorlar. İyi ve betonarme gördüğümüz evler sanırım hep yabancılara ait. Adanın merkezinde 3-4 tane büyük Cruise gemisi görüyoruz. Sanırım onlar da gelmese hayat iyice zor olur.
Demir yerimizde denize giremiyoruz. Çevrede internette bulamıyoruz . Bizde kendimizi teknedeki ufak tefek işlere veriyoruz. Uzun aradan sonra teknenin teak ağacı olan küpeştelerini teak yağı ile yağlıyorum. Bu teak yağı da ilk yapıldığında çok güzel duruyor ama zaman geçtikçe görüntüsü bozuluyor. Fakat buralarda çok sık yağmur yağdığı için ve tatlı suda ağaca zarar vereceği için yağlamak istedim.
İngiliz limanından sonra Jolly Harbour denilen limanın önüne gelip demirliyoruz. Burada denizin rengi mükemmel görünüyor. Kendimizi daha fazla tutamayıp hemen atlıyoruz suya . Denizin keyfini çıkartıyoruz. Bu kadar güzel görünmesine rağmen suyun içerisinde bir metre ötesini göremiyorsunuz . Niye böyle anlayamadık. Su kesinlikle pis değil ama bulanık.
Bu liman tam turistik bir yer. Aynı Venedik gibi sokaklar kanallardan oluşuyor ama modern . Kanalların kenarlarında villalar ve herkesin evinin önünde motoryatları ve yelkenlileri bağlı. Görüntüler çok güzel.
Daha evvel şehrin merkezinde gittiğimiz bir İngiliz süpermarketinin şubesi burada da var. Uğrayıp eksilen malzemelerimizi tamamlıyoruz. Bu adada ekmekler o kadar kötü ki inanın yenecek gibi değil. Birkaç farklı noktadan ekmek aldık hepsini ilk lokmadan sonra balıklara attık. Bir ekmek ne kadar kötü olabilir ki demeyin yutalabilecek gibi değil.Tabi biz bu İngiliz marketini bulunca bir sürü ekmek satın aldık da rahatladık. Bayatlasa da kızartarak tüketiriz düşüncesiyle.
Jolly Harbourda iki gece kalıp adanın kuzey tarafındaki çok küçük bir ada olan Long Island adasının hemen önündeki demir yerine geçiyoruz.Adada çok lüx bir otel var. Otelin her odası kocaman bir villadan oluşuyor. Müthiş güzel bir plajını ve harika peysaj’ını demirlediğimiz yerden rahatlıkla görebiliyoruz. Deniz mükemmel görünüyor. Ama yine aynı şekilde bir metre derinlik görünmüyor. Yani su berrak değil. Bu durumun dipteki kumdan kaynaklandığını düşünüyorum. Kum o kadar ince ve beyaz ki sanırım denizin en ufak hareketinde bile havalanıp suyu bulandırıyor. Yada başka bir şey çözemedim.
Demirdeyken Wifi antenimiz sayesinde otelin şifresiz olan internetini resmen sömürüyoruz . Dikkat ederseniz bu yazıdan evvel olan birkaç yazıda şimdiye kadar ki en fazla fotoğraf koyduğumuz yazıları görürsünüz. İşte tüm bunların sebebi otelin şifresiz ve çok hızlı olan internetidir. Türkiye’den yola çıktığımızdan beri paralı ,parasız en sorunsuz internet işte bu otelin interneti oldu. Hatta Ebru yola çıktığımız için izleyemediği Türk dizilerini burada sorunsuzca internetten izledi
. Bu keyifli yerde üç gün kalıyoruz.
Buradan ülkeye adını veren diğer ada olan Barbuda’ya doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz oldukça kısa 25 mil. Rüzgar yok denecek kadar az motorla gidiyoruz. İki ada arası çok sığ birçok yer 20 metrenin altında. Ada o kadar alçak ki yanına gidinceye kadar neredeyse göremiyoruz. En yüksek yeri bizim direk boyumuz kadar neredeyse. Müthiş bir plajın önünde demirliyoruz. Plajın adı 11 mile . Yani 15-20 kilometrelik bir kumsal acayip güzel bir yer. Derinlikler 4-6 metre aralığında koca plajda hiç ama hiç kimse yok. Koca plajda bizden sonra gelenlerle birlikte 7 tekneyiz. Plajın hemen arkası kocaman bir içdeniz ve onunda arkasında adanın tek yerleşim yeri var. Adanın toplam nüfusu 1500 kişiymiş. İç denizin denizle bağlantısı var ama bizim bulunduğumuz yere oldukça uzak .İç deniz ile bizi dil gibi uzanan plaj birbirimizden ayırıyor. Plajın en dar yeri 10 metre falan. Bizde şehri gideceğimiz zaman bot ile plaja çıkıp Fatih Sultan Mehmet’in soyu olarak botumuzu karada taşıyıp içdenize atıyoruz. Böylece adanın 1500 kişilik merkezini fethe gidiyoruz. Ada çok ama çok fakir su yok . Suyu Antigua dan tekneler ile taşıyorlar yada yağmur suyu biriktiriyorlar. İnsanlar çok güzleryüzlü , herkes selam vererek hoşgeldiniz diyor. Adada 4 otel varmış ve üç tanesi kapalı. Bir tane bakkal var ama bayağı dolu birkaç ufak tefek alıyoruz.
Bu adanın en meşhur şeyi Frigatebird isimli kuşların kolonisi. Bu koloni iç denizdeki mangrow ağaçları arasında yaşıyor. İç denize bizim teknelerimiz giremiyor çok sığ. Kuşları görmek istiyorsanız rehberli bir tekne kiralamanız gerekiyor. Bizde öyle yapıp 50 usd karşılığı bir tekne ile anlaşıyoruz. Tekne bizi kuşların olduğu yere götürüyor. Çok güzeller aşağıdaki fotoğraflarda göreceğiniz siyah beyaz olanlar dişi , gagasının altında kırmızı kese olanlar erkek , yavruları tarif etmeme gerek yok sanırım.
Erkek kuş kesesini şişirerek gaglarını birbirine vurararak ilginç sesler çıkartarak çiftleşmek için hazır olduğunu dişilere söylüyormuş. Bu kuşların kanat açıklığı 2 metreye kadar ulaşıyormuş. Bu ada onların çiftleşme ve yavru dünyaya getirdikleri en önemli merkezmiş ve burada 25.000 kadar birey yaşıyormuş. Bu kuşlar aslında göçmen kuş, buradan Şili,Peru,Galapagos adaları ve Meksikaya kadar göç ediyorlarmış. Yaklaşık 40-45 yıl yaşıyorlarmış.
Barbuda adasında bol bol yüzüp sakinliğin tadını çıkarttık. Burada üç gece kalıp bu kadar kuzeye çıkmak yeter deyip daha kuzeydeki diğer karayip adalarına gitmekten vazgeçip tekrar Jolly Habour’a geri döndük. Jolly harbourda iki gece daha demirde kalıp Guadaloupe adasının hemen bitişiğindeki küçük Pigeon ısland koyunda bir gece kaldık. Ben burada biraz hastalandım. Sanırım üşüttüm. Vücudumda büyük bir kırgınlık var gece ateşim çıktı . Antibiyotik başlama kararı aldık. Geceyi bayağı kötü geçirdim. Burada uzun kalmak istemiyoruz. Buralara gelirken misafirlerimize yetişmek amacıyla bir gece kaldığımız Dominika adasına gitmek istiyoruz. O yüzden sabah erkenden ben hasta olsam da Ebru’nun kaptanlığında Dominika adasına doğru yola çıkıyoruz.
Dominika da görüşmek üzere.
Hoşcakalın.