Blog
Martinik Adası / 08.02.2017
Barbados adasından öğleden sonra, 120 mil mesafedeki Martinik adasına gelmek için yola koyulduk. Gece boyu bol rüzgarlı ve bol boralı bir yolculuk la Martinik adasına ulaştık. Gece dalgalar çok yüksekti. Bora’ların bazılarında rüzgar 35 knotlara kadar çıktı. Bu sırada sağanak şeklinde yağmurda bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Allahtan bu hava şartları çok kısa sürüyor da sorun yaşanmıyor. Bu hava şartları kazara bir gün sürse var ya insan biter resmen.
Martinik adasının ilk olarak Saint Anne koyuna ulaştık ama gözlerimize inanamadık.
Demirlemiş halde yüzlerce tekne koyda salınıyordu. Sanırsın çok büyük bir marinaya geldik. Ama esas gitmek istediğimiz yer burasının bir iki mil içerisinde ve bu bir iki millik alan resiflerle dolu . Bu resifler sebebiyle giriş Amerikan sistemi ile şamandıralanmış vaziyette. İşaretlenmiş kanaldan içeri yavaşça süzüldük. Küçük şehrin önüne gelince yine hayretler içinde yüzlerce tekneyi demirde gördük.
Onlardan daha çok tekne ise marinanın içinde bağlanmış durumda.
Bu kadar çok tekneyi hayatımda bir arada hiç görmemiştim. İçeride ve dışarıdaki teknelerin sayısı bana göre 1000 adetin üstündeydi. Eğer tüm Karayipler bu kadar kalabalıksa buralardan biran önce kaçmak gerek diye düşündüm.
Neyse küçük şehrin büyük marinası Du Marin’in mazot iskelesine yanaştık. Suyu en son Capo Verde’den almıştık hemen suyumuzu fullledik ve eksilen mazotumuzu da aldık ama almaz olaydık. Avrupaya geldiğimizi unutup bir güzel kazığı yedik tabi. Hemde katmerlisinden zira burası hem Fransa toprağı hemde Fransadan çok uzak olduğu için mazot iyice pahallıydı . Allahtan az mazot yakmıştık da cebimizdeki tüm parayı mazotçuya devretmedik
. Sabah erken geldiğimiz için marina ofis henüz açılmamış, mazot istasyonuna da çok gelen giden olduğu için hemen kibarca kovalandık ve demirdeki yığınla tekne arasına yığını arttırmak amacıyla zorlukla yer bularak beş metreye demirimizi saldık.
Ofis açılınca marina ile görüştük ve yerlerinin olmadığını öğrendik . Yer boşalınca bize haber vereceklermiş. Nasıl vereceklerse ?
Suyumuz ,mazotumuz ve yiyecek stoklarımız full. Bizim için fark etmez diyerek dinlenme moduna geçtik. Demiryeri çok içerlek ve yığınla tekne olduğundan dolayı deniz girmek için pek uygun değil. Bu dinlenme modu tam üç gün sürdü. Marina ha aradı ha arayacak diye doğru düzgün bir şey de yapamıyoruz. Can sıkıntısından bizde kendimizi çamaşıra verdik. Tekne döndü çingene çadırına . Neresini boş bulduysak her tarafa çamaşır astık bayrak gibi. Tam 10 makine çamaşır yıkamışız. Yok canım başka teknelerin çamaşırlarını değil
sadece kendi çamaşırlarımızı yıkadık. 10 makine çünki makinemiz küçük olduğundan bir seferde 2,5 kg çamaşır yıkayabiliyoruz da onun için bu kadar çok. Dördüncü akşam üstü bizim isyan bayrağı çektiğimizi gören marina ofis bizi lütfen içeri kabul etti. Pontona girip bağlandık ve tam oturacakken karalık çökmüştü bile. Bizde hemen yemeğimizi hazırlayıp uyku moduna geçmeye başladık.
Sabah giriş işlemlerini yapmak ve marina parasını ödemek için ofise gittik. Allah için söyleyeyim giriş işlemleri o kadar basit ki şaşırmadım diyemem. Şöyle oluyor, marina ofiste bir bilgisayar köşesi oluşturmuşlar. Bilgisayardaki bir formu doldurup kaydedip çıktı alıyorsun. Alınmış olan çıktıya imza atıyorsun ofis görevlileri de kaşeleyip imzalıyor ve sen adaya giriş yapmış oluyorsun. Bu kadar basit. Öyle polise gitmek,pasaport göstermek,mühürler damgalar falan yok. Bu kadar. En sonunda da 5 euro para ödüyorsun .
Marinada kalış için bizim tekne günlük 28 euro. Eh bu da gayet iyi bir fiyat , özellikle İtalya ile karşılaştırınca. Elektrik ve su için ilave para kullandıktan sonra belli oluyor. Marina internet hizmetide satıyor. Ucuzmuş diyerek 5 Gb internetide 16 euroya satın aldık ama alırken ucuz kullanırken pahalı imiş . Bizim 5 gb internet üçüncü günde tükendi . Sanırım internet sayaçları farklı çalışıyor bunların.
Martinik’e gelen her tekneci gibi bizde hemen Levent ve Guylaine Elitez çiftinin işlettiği Elit kebaba uğradık. Dükkan zaten hemen marinanın karşısındaki büyük apartmanların altında . İçeri girip “merhaba” değince öyle bir karşılandık ki sanırsın Leventin kırk yıllık arkadaşıyız. Levent ve eşi sağ olsunlar bize yardımcı olabilmek için ellerinden gelen herşeyi fazlasıyla yapmaya çalışıyorlar. Onlar öyle davrandıkça biz mahcubiyetten yerin dibine batıyoruz resmen. Levent sağ olsun sürekli bize birşeyler anlatıyor . Bizde bilmediğimiz ve öğrenmek istediğimiz herşeyi onlara sorarak öğreniyoruz.
Levent’in kendi elleri ile hazırladığı özel soslu ve müthiş lezzetli bir tavuk döneri var ki anlatılamaz bile vallahi. Sadece bu döneri yemek için bu adaya gelinir . Hani bizler için tavuk döner öyle pek iyi değildir ya hiç de öyle değil. Benim diyen et döner bu tavuk dönerin eline su dökemez valla. Levent döneri bir gün öncesinden tarifi kendisinde olan özel soslarla hazırlayıp dinlenmeye bırakıyor. Bir gece dinlenen döneri ertesi gün pişiriyormuş ki lezzetinden parmaklarınızı yersiniz. Zaten hazırladığı döner saat 15.00 olmadan tükeniyor. Özellikle adanın yerlileri bu döneri yemeğe bayılıyorlarmış.
Martinikte toplamda 10 gün kaldık. Oldukça pahalı bir ada . Yaşam çok zor özellikle bizim paramızla bu adada yaşamak çok zor. Ama zümrüt yeşili bir ada her yer koca koca ağaçlar muz bahçeleri , tarlalar çok ama çok güzel bir ada. Yeşilden toprak bile göremiyorsunuz. Sanırım sopayı dikseniz iki günde yeşerir bu adada. O kadar yani. Barbados da yeşildi ama burası çok başka . Belki fazla yağmur yağdığından belki de iyi korunduğundan bilemeyeceğim artık. Araç kiralayıp adayı gezdiğimizde bitki ve ağaç çeşitliliğine inanamadık.
Bu ada Fransa toprağı o yüzden marketlerde falan herşey aynı Avrupada olduğu gibi sadece Avrupa fiyatlarının iki üç katı daha pahalı . Marketlerde ilginç bir şey dikkatimi çekti günlük süt yok. Buraya yerleşecek olsam ve iş yapmayı planlasam bir besi çiftliği kurup günlük süt üretip satardım. Sanırım ilk olduğum içinde hemen köşeyi dönüp Dünya Seyahatine çıkardım
.
Biz bazı ihtiyaçlarımızı Carrefour’dan aldık. Birkaç fiyat vereyim anlayın diye. Patlıcan kilo 5,5 euro , domates kilo 3,5 euro
, tavuk kilo 17,5 euro
. Ötesini siz düşünün artık Allahın tavuğu 17,5 euro yaaaaaaa. Türkiye de tavuğun kilosu en pahalı yerde 10 tl dir . O da almayanı döverler valla.
Birkaç tane içleri oldukça dolu Marin dükkan var ama fiyatlar resmen el yakıyor. Çok lazım değilse alışveriş yapmamakta fayda var.
Günler su gibi geçmiş buraya geldiğimiz on gün olmuş bile . Artık gitmemiz lazım diyerek marinadan çıkarak adada ilk geldiğimiz yer solan Saint Anne koyuna demirledik. Bir gece orada kaldıktan sonra Grande Anse denilen bir koyda demirledik ki cennet gibi bir yer. Her taraf da Deniz kaplumbağaları dolu ve onlarla birlikte yüzüyorsun . Çok ama çok güzel bir yer tek sorun kalabalık oluşu . Bir gecede burada kalıp tadına doyamadan ayrıldık. Zira Guadaloupe adasına Türkiye’den misafirlerimiz gelecek onlar gelmeden oraya ulaşmak istiyoruz. Daha sonra adadan çıkışımızı alabilmek için son şehir olan Saint Pierre de de bir gece kaldık . Burası adanın eski başkenti imiş ama şu anda oldukça kötü durumda , demirleyecek koy falan da yok. Açık denizde 10-15 metre derinliğe demir attık . Çıkış işlemleri burada marina olmadığı için Turizm ofisinde yapılıyor. Bilgisayarın başına oturarak çıkış işlemimizi girdiğimiz yöntemle yapıp adına “Clearance” dedikleri kağıdımızı alıp dosyamıza koyduk. Gece boyu bolca sallanarak sabahı yaptık. Sabah erkenden 55 mil mesafedeki Dominika adasına yol verdik.
Adaların kuytusundan ve batı taraflarında yol alırken sorun yok. Fakat adaların kuytusundan çıkarçıkmaz Atlantik çoluk çombalak öyle bir yükleniyor ki üstünüze evlere şenlik . Dominika’ya kadar oldukça sert rüzgarlı ve yüksek dalgalı hızlı bir seyir yaptık. Rüzgar adanın kuytusundan çıkınca 30-33 knot aralığında esiyordu. Martinik adası yakınında olduğumuzdan denizin sığlaşmasından dolayı ciddi kaba dalga kalkıyordu. Bu rüzgarı ve dalgayı görünce bizde yelkenlerimizi iyice küçülttük bu seferde çok yavaşladık. Baktım Mi Vida ve diğer tekneler bizi yavaş yavaş geçiyor . Bende yaradana sığınıp koyverdim yelkenleri
. Yelkenleri büyütünce Koza şahlanarak anında 7-8 hatta9 knot hızlara ulaştı.
Öğleden sonra hedefimiz olan Portsmouth koyundaki tonozlara bağlandık. Burası var ya anlatılmaz ancak yaşanır. Demirlediğimiz koy mükemmel ötesi bir yer. Bizim acelemiz olduğundan burada sadece bir gece kalıp yola devam edeceğiz . Ama dönüşte bu adaya uğrayarak en az bir hafta kalıp keyfini çıkartacağız.
Size bir anımı anlatayım. Şimdi bende kardeş çok olduğundan bir sürü de yeğen var. İşte onlardan bir tanesi henüz oldukça küçük . İzmir’e bizi ziyarete geldiler bende onları tekne ile çıkartıp Sığacık koylarını dolaştırıyorum Bilenler bilir Sığacığın denizi çok temizdir. Bir çok koyda denizinin rengi Turkuaz’dır. Laf lafı açtı ve "Cennet nedir"e geldi. Bu herif de demesin mi “cennet Turkuaz sularda yüzüp leblebi yemektir” diye. Tabi biz yarıldık . İşte burası da o hesap bir Cennet ama sadece leblebisi eksik . Yollarmısınız bize sarı olsun ama ..Noluuuuuuuurrrr.
Hoşcakalın